Ana Sayfa

Anasayfanız Yapın!  |   Favorilere Ekleyin!

   
   
  Giriş ve Kayıt Ol
Ana Menü
 Ana Sayfa

 Foto Galeri

 Ziyaretçi Defteri

 Anı Defteri

 Mezunlar

 Haber Başlıkları

 Site Üye Listesi

 Birikim Sandığı

Hatıralar Anasayfa
 
Hatıra adında ara  |   kategori adında ara
[ A |  B |  C |  D |  E |  F |  G |  H |  I |  J |  K |  L |  M |  N |  O |  P |  Q |  R |  S ]
[ Ş |  T |  U |  V |  W |  X |  Y |  Z |  1 |  2 |  3 |  4 |  5 |  6 |  7 |  8 |  9 |  0 ]


[ Hatıra Ekle ] [ Bütün Hatıralar ] [ Kategori Ekle ] [ Kategori Listesi ]


BAYRAM SEVİNCİ GİBİ

                                 BAYRAM SEVİNCİ GİBİ 

     Not: Bu yazıda anlatılan Gökçeada gezisi 12Ağustos 2004 günü yapılmıştır.        Yazıda anlatılan tatile gidiş 1973 yılının ocak ayında yaşanmıştır. O günü birlikte yaşadığım tüm okul arkadaşlarımla başka yolculuklarda benzer durumları yaşayan tüm Gökçeadalı hemşerilerime gönül dolusu selam olsun.Selam,sevgi ve saygılarımla. 

    Kınalıada Arabalı Vapuru Kabatepe Limanı’ndan demir almış, Ege’nin mavi-lacivert sularına açılmaya hazırlanıyordu. Vapurun hareketiyle birlikte martılar uçuşmaya, çevresinde dönmeye, sonra da vapurla birlikte gitmeye başlamışlardı. Öyle tatlı, öyle güzel bir süzülüşleri vardı ki görülmeye değer. Ağustosun bu ilk yarısında deniz de o kadar usluydu ki, hani “çarşaf gibi” derler ya işte tam öyleydi. Çok hafif çırpıntılardan başka hiç hareket yoktu denizde.         

     O,arabasını vapur görevlilerinin yönlendirmelerine göre park etmiş, güverteye çıkmıştı. Gelibolu Yarımadası yavaş yavaş geride kalıyor, geride kaldıkça da şekli bir dil gibi upuzun bir şekilde belirginleşmeye başlıyordu.         

     O,vapurun arka tarafındaki korkuluklara yaslanmış, geride kalan Gelibolu Yarımadası’nı bir süre kuzeyden güneye dikkatlice süzdü, süzdü. Sonra korkuluklara tutunarak sağ taraftan ağır adımlarla ilerledi. Hem ilerliyor, hem de ortaya çıkan Suvla Ovası ve Kemikli Burnu taraflarını da seyrediyordu. Belli ki dün gezerken oralarda anlatılan destanı şimdi hatırlamış, vatan uğruna toprağa koşanları bir kere de buradan anmak istemişti.          Gözleri Mavi Ege’nin ortasında bulunan Semadirek adasına ulaştığında duraklamış, derin bir iç geçirmişti. Semadirek adasının kuzeyindeki yerleri,  “Azap Toprakları”nı hayal etmişti.        

    Tekrar yürümüş, ilerleyerek vapurun ön tarafına ulaşmıştı. Güneşin ışıkları suya öyle vurmuştu ki mavi sular sanki birden bire gümüşî ya da cıvamsı bir renk almışlardı. Bu gümüşî denizin ortasında tam karşılarında ise sevgili adası işte onu kucaklamaya hazırlanıyordu.         

     Adayı hasretle bir süre izledikten sonra aynı yönde yürümeye devam etmiş, uçsuz bucaksız Ege’yi de uzun uzun seyretmişti. İlk gençlik yıllarında daha çocuk denecek yaşlarda bu denizde yaptığı yolculukları hatırlamıştı.       

   Adaya giderken genel olarak gece yolculukları, adadan dönüşlerinde de sabah başlayan gündüz yolculukları yapmıştı. Kendince çok önemli hatıraları vardı, ömrü boyunca unutulmayacak hatıralardı bunlar.         

     Adaya gitmek için kasabasından ayrılıp Çanakkale’ye kadarki yolculuğu, ailesinden ve sevdiklerinden ayrılmanın verdiği bir buruklukla geçerdi. Deniz yolculuğu gece yolculuğu olduğu için çevre gözükmezdi. Ada ile anavatanın bağını Gemlik ve Ayvalık vapurları ile Gökçeada Feribotu sağlardı. Gökçeada Feribotu onların dilinde şeklinden dolayı  “ütü” adını almıştı. Adaya gidişler tam bir cümbüş havası içinde olurdu. Tatil dönüşlerinde Anadolu’nun ücra köşelerinden kalkıp aynı günde iskelede buluşan bin kişilik öğrenci grubu İstanbul’dan gelen vapurun iskeleye yanaşmasıyla birlikte merdivenlere hücum ederdi. Kısa sürede herkes yerini alır, uzun süredir görüşemediği arkadaşlarıyla hasret giderirdi. O,adaya ilk yolculuğunu sonbaharda yapmıştı. İlk kez bir deniz taşıtına biniyordu. O gün Gemlik Vapuru’na binmişti. Vapur, Çanakkale Boğazı’nı dosdoğru geçmiş, Bozcaada açıklarında durmuş, Bozcaada iskelesi küçük olduğu için yanaşamamıştı. Vapurdaki Bozcaada yolcusu adadan gelen motor tarafından alınmıştı. Bozcaada’dan ayrılan vapur, kuzeye yönelmiş, açık denize çıkmıştı. Açık denize çıkışla birlikte dalgaların vurduğu vapur O’nun o zamana kadar hiç yaşamadığı deniz tutmasına sebep olmuştu. Deniz tutmasını başkalarına anlatırken tarif etmekte zorlanır,”deniz tutmasına yakalanmaktansa insanın ölümü isteyesi gelir” derdi. Dalgaların vurduğu deniz taşıtı, ani hareketlerle sarsılırken, bir aşağı bir yukarı inip çıkarken olanlar olurdu. Böyle zorlu ve maceralı yolculukları unutamıyordu. Büyük bir mücadele sonunda Çanakkale İskelesi’ne ulaştıklarında büyük bir cenkten çıkmış gibi hissetmişti kendini. Ada her seferinde O’nu ilk gidişindeki gibi kekik kokularıyla karşılardı. Mevsim hangi mevsim olursa olsun dünyanın bütün güzel kokularının üstünde olan o kekik kokusunu adaya her varışında doya doya ciğerlerine çekmişti. Adaya sömestri dönüşlerinden birinde, bir kış gününde vapur Kuzu Limanı’na yanaşamamış, adanın batı tarafında küçük bir iskelesi olan Kaleköy açıklarında demirlemişti. Hava rüzgârlı ve çok yağmur yağıyordu. Kaleköy’den balıkçı tekneleri vapura sadece yaklaşabilmişler, görevliler bütün yolcuların önce bavullarını, ardından da kendilerini teknelere atarak inmelerine yardımcı olmuşlardı. Üst-başları ve bavulları sırılsıklam olmuştu. Hatta o gün arkadaşlarından biri teknenin aşırı inip çıkmasından dolayı denize düşmüştü. Adaya her varışlarında sanki kendi evlerine ulaşmış hissi dolardı içine. Çünkü her arışlarında gerekli olan her şeyi hazır bulmuşlardı.         

     Adadan ancak tatil zamanlarında dönüşler olurdu. Dönüşler, adaya gidişlerden daha neşeli olurdu. Ada dönüşleri kışın ve ilkbaharda sabah erken bir saatte başlar ve vapurlar her seferinde tam kapasite dolu olurdu. Hava sakin ve güneşli olursa yolculuk güzel olurdu. Yakından ve uzaktan yunus balıkları eşlik ederdi. Yunusları izlemeyi de çok severdi. Genel olarak iki yunus yan yana veya arka arkaya aynı anda sudan dışına zıplar, yine birlikte suya dalarlardı.        

     Yunusları izlemeyi severdi ama ada dönüşlerinde de fırtınalı günlere denk gelebilir kuzeyden gelen dalgalar vapurları bir oyuncak gibi sağa sola yatırır, deniz de yine çok tutardı onu. Ama bugün o zorlukların hiç biri yoktu. Kınalıada Arabalı Vapuru uslu denizde sakin sakin ilerliyor, deniz de kimseyi tutmuyordu. Bugün çok güzel bir deniz yolculuğu yapıyordu.           

     Bütün bu deniz yolculuklarını birlikte yaptığı arkadaşı, adaşı da olsaydı ne iyi olurdu şimdi. Bu güzel yolculuğu onunla birlikte yapmayı ne çok istediğini fark etti. Tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi birlikte olsalardı, birlikte hatıraları yâd etselerdi bu yolculuğun daha bir anlamlı olacağını fark etmişti.        

      Otuz küsur yıl önce adaya doğru her gidişindeki hüzünlü duygular da yoktu bugün içinde. Aksine çocuklar gibi sevinçliydi. İçi sanki ada dönüşlerindeki değişik duygularla doluydu. Hani hasrete kavuşmanın verdiği sevinç ve mutluluk dolu duygular vardır, hani “bayram sevinci” derler ya işte öyleydi bugün.        

      Uzun hayal ve izleyişlerden sonra vapurun gölge tarafına oturdu. İlk kez vapurda başka insanların da bulunduğunu fark etti. Sağına, soluna baktı; sağında nur yüzlü yaşlı bir kadıncağız ile torunu olduğu her halinden belli olan bir gen kız vardı. Onlarla tanıştı. Nine ile torunu adada oturuyorlarmış. Genç kızın adı Bilge imiş. Tatil için iki aylığına gelmişler adaya. Adada bulunmayan bazı ihtiyaçlarını Çanakkale’den alıp dönüyorlarmış. Bir süre bu nine–kızla sohbet etti. Onlara yıllar önce Adadaki öğretmen okulunda okuduğunu, öğretmen olduğunu anlattı. Şimdi de hasretine dayanamayarak kendince cennet köşesi sayılan bu vatan parçasını ziyarete gittiğini bir çırpıda anlatıverdi. Bilge, evlerinin durumunun konaklayacak misafir için uygun olmadığından dolayı davet edemeyeceğini, ama bir gündüz, mesela yarın mutlaka çaya beklediklerini söyledi. Nine ile torununun ilgisinden memnun kalmıştı.”Kısmetse gelirim”le onların gönlünü hoş tutmak istedi.        

      Sol tarafında sessizce oturan aynı takım giyimli üç kişiyi göz ucuyla süzdü bir süre. Onların ötesinde de esmer ve genç bir bayan vardı. Sonra kim olduklarını tahmin etmeye çalıştı. Bu giyim-kuşamı, bu simaları, top sakalları yıllar öncesinden adadan tanıyordu; papazdı bunlar. Evet evet papazdı bunlar. Acaba adada yaşayan Rum vatandaşlardan mıydılar? Çünkü yıllar önce adada pek çok Rum vatandaş vardı. O,adadaki öğrenimine başladığı yıllarda Belediye Başkanı İstavro İstavropulo adında bir Rumdu. Ada Metropoliti Athenagoras onlar öğrenciyken adadan giderek Fener Rum Patriği olmuştu. Şimdiki patrik Barthelemeos da yine bu adanın çocuğuydu. Onlar adada okurken Türkiye’nin en kalabalık nüfuslu köyü 2500 nüfusuyla adanın  Dereköy’üydü.Bu yolcular acaba onlardan mıydı?          Papaz olduklarını tahmin ettiği yolcuların yüzlerine baktı, birazcık yumuşaklık görürse konuşmak istiyordu. Böylesi durumlarda çabucak iletişim kurar, yol boyunca sohbet edebilirdi. Acaba Türkçe biliyorlar mıydı? Merak etti. Lafa bir yerden başlamak istedi. Kısaca “merhaba, hayırlı yolculuklar”,dedi. Kendisine en yakın olan yaklaşık kırk beş yaşlarındaki kişi gayet düzgün bir Türkçe’yle cevap verdi. Sevinmişti.      

    Bu başlangıçtan sonra konuşmaya devam ettiler. Tahmini doğru çıkmıştı, papazdı bunlar. Papaza kendini tanıttı, adadaki okulun mezunlarından bir öğretmen olduğunu söyledi. Papaz az önce nine ve torunuyla yaptıkları konuşmaya kulak misafiri olduğunu, öğretmen olduğunu bildiğini belirterek, adının Andreas olduğunu söyledi. El sıkıştılar. Diğer papazlarla da selamlaştılar. Bütün sempatikliğini toplayarak Andreas’a adaya niçin gittiklerini sordu. Andreas, Ağustos ortalarında adada düzenlenen yortuyu anlattı ona:       

   “15 Ağustos Hz. Meryem’in ölüm tarihidir. Hıristiyanlar, bu günü bayram olarak kutlarlar. Hz. Meryem’in ölümü onlar için matem değil bayramdır; çünkü Hz. Meryem, ölümün bir son değil bir başlangıç olduğunun bilincindedir ve oğluna kavuşacaktır”       

   15 Ağustos şenlikleri Tepeköy’de düzenleniyordu, basından izlediğini hatırlamıştı. Öğrencilik yıllarından hatırlıyordu Tepeköy’ü..Son yıllarda bu bayramın  pek çok insanın katılımıyla çok büyük bir kalabalıkla kutlandığını anlatmalarına gerek yoktu.Hatta başka ülkelerde yaşayan Rumlardan bazıları gelip burada evleniyorlar,düğünlerini  Tepeköy’de yapıyorlardı.Hafızasından bir anda Tepeköy’le ilgili olarak bildikleri  gelip geçti. Hatta bu yıl patrik de adaya gelip bu bayrama katılacakmış, papaz Andreas öyle diyordu. Patrik Barthelemeos doğduğu köy olan Zeytinli Köy’ü de ziyaret edecekmiş.       

   Ona Tepeköy’ü  bilip bilmediğini sordular. Dört yıl adada kalan birisi Tepeköy’ü tanımaz mı hiç! Tepeköy, merkez Çınarlı’ının güneybatısında Doruk Dağı’nın yamaçlarında kurulmuştu. Tepeköy’ü, Dereköy’ü, Bademli’yi, Kaleköy’ü, ZeytinliKöy’ü, Şahinkaya’yı… hepsini biliyordu. Yıllar önce hepsine de gitmişti. Hepsinde de Rum vatandaşlar Türkler’le birlikte kardeşçe rahat ve huzurlu bir şekilde yaşıyorlardı. Merkez Çınarlı’da belki de adanın en görkemli binası metropolitin ikametgâhı olan binaydı. Her köyde de bakımlı kiliseleri vardı. Rum vatandaşlarımızın çocukları çocukları adadaki ilkokullarda okurlar, sonra İstanbul’da, Yunanistan’da, hatta Amerika’da eğitimlerine devam ederler, oralarda kalırlardı.      

    Adaya geri dönenler çok az olduğundan geçen yıllar içinde adadaki Rum nüfusu yıldan yıla azalmış, tükenme durumuna gelmişti. Geçmişte Türkiye’nin en büyük köyü olan Dereköy otuz yıl sonra terkedilmiş hayalet bir köye dönmüş, belgesellere konu olmuştu. Diğer köylerde de birkaç yaşlı kalmıştı.      

    Papaz, O’nunla konuşmaktan memnun kalmış olacak ki konuşmayı sürdürmek istiyor, o ise daha devam etmek istemiyordu. Düzenlenen türlü oyunları hatırladı, sıkıldı… Bir anda papazların ötesindeki esmer bayanın ilgiyle kendisine baktığının farkına vardı. Göz göze geldiler. Kendinde ilk cesaret bulan bayan oldu ve adadaki Yetiştirme Yurdunda ağabeyinin de yıllar önce kaldığını, bu gemideki yolcular arasında şimdi o onun da olduğunu, adayı gezmeye gittiklerini söyleyiverdi.          Bayanın bu sözleri onu fazlasıyla heyecanlandırmıştı. Arkadaşı, adaşının olmayışına üzülüyordu, karşısındaki bayanın ağabeyim dediği kişi belki de okul arkadaşlarından biriydi.       

   Papazlara veda ederek bayanla birlikte kalktılar. Vapurun ön tarafında bayanın ağabeyini buldular.  Geçen yıllar insanları ne kadar değiştiriyormuş! İkisi de birbirini tanıyamadılar. Öylesine el sıkıştılar. Sonra adlarını, adada kaldıkları yılları söylediler. Karşısındaki kişi İsmail’den başkası değildi. Hasretle kucaklaştılar. Adaya doğru yol alan iyice yaklaşan vapur daha bir gümüşlenen sularda ilerliyordu.          

İsmail ile ada hatırlarını hararetle yâd etmeye başladılar. İsmail, babasının ölümünden sonra yetiştirme yurduna getirilişini, yutta O’nun bilmediği hayatını bir çırpıda anlattı. Yurt güzeldi, görevlileri iyiydi, ama kendi evin gibi olmuyordu. Güzelliğin ardında çektiği sıkıntılardan da bahsetmek istiyordu. Adadan ayrıldıktan sonra Almanya’ya gittiğini, şimdi rahat bir hayatının olduğundan bahsediyordu. Yıllar sonra adayı çok özlediğini, ada hasretine artık dayanamadığını, hasretini dindirmek için bu yolculuğa çıktığını anlatıyordu. O da duygularını açıklamış, aynı duygularla böyle bir yolculuğa çıktıklarını belirtmişti          Yanına gelen on yaşlarındaki güzel bir kızla onun anlamadığı bir dille konuşmuştu. Meraklı bakışlarına İsmail “bu benim kızım” diyerek cevap verdi. Güverteden biraz ötesini işaret ederek, orada duran kucağı çocuklu sarışın bayan ile yanındaki genç kızı gösteriyor bayanın Alman eşi, kızın da büyük kızı olduğunu söylüyordu. “Peki, çocuklar, Türkçe” demeye kalmadan İsmail, kendisinin çok işi olduğunu ve çocukların Türkçeyi öğrenemediğini açıklıyordu.      

    O ise şaşkına dönmüş, bir arkadaşına bir de çocuklara dönüyor,”ne yaptın İsmail” dercesine bakıyordu.          Bu arada yanlarına bir erkekle bir bayan gelerek ellerini güneşe siper edip adaya, yaklaşılan Kuzu Limanı’na bakmaya çalışıyorlardı. Ona bir şey sordular, ama yabancı dil bilmediği için cevap verememişti. İsmail araya girerek konuşmuş, anlaşmalarını sağlamıştı.        

     Merkezin limandan kaç dakika çektiğini soruyorlarmış. Arkadaşlarının kendilerini limanda bekleyeceğini ve birlikte Tepeköy’e gideceklerini söylüyorlarmış. İsmail onlardan aldığını O’na Türkçe olarak aktarıyordu. O ise İsmali’e bunların kim olduklarını sormasını istedi. Aldığı cevap onu çok ama çok düşündürdü. Bayan Selanikli bir Yunan, erkek de onun arkadaşı bir İtalyan’mış. Tepeköy’deki yortuya katılacaklarmış. Nereden nereye diye düşündü. Vapurdaki başka yolcuları süzdü bir bir.Pek çok yabancı vardı.Demek ki Kınalıada Arabalı vapuru’nun bugünkü yolcularının çoğu  Tepeköy şenlikleri için adaya gidiyordu. Emine Işınsu’nun “Azap Toprakları”nı hatırladı yeniden. Azap Topraklarında yaşanan bugünkü hayatı, çekilen çileleri yüreğinde duydu.  “Ak Topraklar”ı düşündü. Kuzu Limanı’na iyice yaklaşmışlardı. İçini buruk bir sevinç, hüzün karışımı doldurdu. Çaresizlik denen o korkunç duygu burada içine yine dolmuştu. Kuzu Limanı’ndaki binalar fazlaca artmamıştı. Geçen bunca yıldan sonra yeni yapılanlar az sayılırdı. İşte orada, tam orada içinde bekleme salonu da olan bina vardı. Mendirek yine aynı şekilde uzanmış hırçın dalgaları bekliyordu. İşte şu bölüm de iç kısımdı. İşte burada, şu upuzun uzanan betonlar, şu mendirek hatırlardı kendisini; hem de çaresizlik denen o duyguyla birlikte hatırlardı. Otu yıldan fazla bir zaman geçmesine karşı daha dün gibi hatırlıyordu o günü. Bayram sevinciyle dolan yüreklerinin çaresizlikle nasıl dolup taştığını hiç unutabilir miydi: Bir yarıyıl tatiline gideceklerdi(1973). Bin kişilik öğrenci mevcudu bir gün önceden yol hazırlıklarını yapmıştı. Pek çok öğrenci merkezle liman arasını yaya olarak kat etmiş daha akşamdan limana inmişti. Dile kolay,4–5 aydır zorlu bir çalışma içindeydiler. Hepsi de fakir aile çocuklarıydı, her zaman gidilip gelinmezdi. Hem izin de verilmezdi. Dini bayram ile tatil birleşince onlar sevinmesin de kim sevinsin. Yol paraları gelmiş, olanlar olmayanlara vermişti. Akşam, gece yarısı derken bütün öğrenci limana inmişti. Hava yağmurla karışık fırtınalıydı. Herkes bekleme salonunda karanlıktaydı. Çünkü elektrik yoktu. Jeneratör gece yarsında stop ettirilmişti. Salonda bırakın oturmayı ayakta duracak yer bile kalmamıştı. Pilli el fenerleri nöbetleşe yakılıyor, ışık tavana vuruyor salon aralıklarla bir parça aydınlanıyordu. Olduğu yere iki büklüm çöküverenler vardı. Yakında alış veriş yapılacak hiçbir yer yoktu. Gece bu şekilde uzadıkça uzuyordu. Ama her gecenin bir sabahı vardır derler ya işte öyle oldu, hava bulutlu da olsa nihayet tan yerinin ağardığı, şafağın söktüğü belli olmuş, ortalık aydınlanmaya başlamıştı. Sabahın olmasıyla birlikte herkese yeniden bir can gelmişti. Nasıl olsa birazdan vapur gelir, bindiler miydi ver elini Anadolu! Orada bütün sıkıntılar giderilirdi. Bugünkü açlık, yorgunluktan eser kalmazdı. İşte herkes böyle düşünüyor, yağan yağmura aldırmadan çıkıp dolaşıyor, vapurun geleceği yere bakılıyordu. Yoktu, halen gelmiyordu. Belki de gelmeyecekti, kim bilir. Bir arkadaşın “gemi geliyor” sözüyle herkesin bakışları bir yönde kilitlendi; geliyordu, vapur geliyordu. Vapurun ışıklarını O da görmüştü. O da arkadaşı, adaşıyla birlikte diğerleri gibi bavulunu kapmış sanki sele karışırcasına gidenlere katılmıştı.Yağmur yağıyordu, rüzgâr fırtına şeklinde esiyordu. Ege hırçındı bugün. Taa uzaklardan koşup dalgalar birbiri ardınca mendireğe, betonlara çarpıyor, hızını alamayan sular bütün engellere rağmen yolcuları üzerlerine yağıyordu. Ama buna da aldıran yoktu. Vapur işte geliyordu, bir an önce binilmeliydi. Betonun ucuna vardıklarında Ayvalık Vapuru iyiden iyiye yaklaşmış, hatta hızını bile kesmişti. Bekleme salonu tarafından halen gelenler vardı. Merkezden de yeni arabalar geliyor, yolcularını indiren araba yeni yolcular için geri dönüyordu. Vapurun yanaşacağı yerde öyle bir insan toplanmıştı ki iğne atsan kesinlikle yere düşmezdi. Vapur işte şimdi Kınalıada Arabalı Vapuru’nun girişi gibi limana girmişti. Usulca yanaşıyordu. Kaptan da çok ustaymış ki vapuru çok güzel yanaştırıyordu. İskele babasına bağlanacak halatların ipleri de atılmış, yerdeki görevli halatları asılmaya başlamıştı. İşte tam bu sırada yerdekilerle vapurdakiler onların anlamadığı bir dille, denizcilik terimleriyle konuştular. İskele babasından ipler çıkarılmış, vapura gerisingeri çekiliyordu. Hiç kimse olanın farkında değildi. Herhalde manevrada bir eksiklik vardı, onu düzelteceklerdi. Vapur, geldiği yerden geri geri gitti gitti, sonra da yönünü değiştirip geldiği yöne doğruldu ve hızlanarak çekti gitti. Gittikçe uzaklaştı, uzaklaştıkça küçüldü, sonra geldiği gibi gözden kayboldu. İşte o anda sanki dünya durdu, güneş durdu, evrende canlı cansız ne varsa hepsi durdu. Allahım bu bir rüya mıydı? Kimse vapurun gittiğine inanamıyordu, inanmak istemiyordu.        

   Ama ortada bir gerçek vardı, vapur gitmişti. Limanda bulunan herkes önünden çok arkasına, vapurun yoluna bakarak çaresizce geri dönmüştü.        

  İşte yıllar sonra şimdi Kınalıada Vapuru sakin bir şekilde limana yanaşmış, getirdiği yolcuları, arabaları, her şeyi limana yine büyük bir sakinlikle indiriyordu.        

  İsmail ailesini toparlamış özel arabasına binerken O’na el sallıyordu. Bilge “hocam buyur gel bir çayımı iç, mutlaka bekliyorum”. O ise hala sanki yıllar öncesini yaşıyor gibiydi.Papaz Andreas  “ögretmen bey,biz de Tepeköy’e bekliyoruz seni.”diyordu.        

  Bir anda adaşı gelmişti aklına. Yıllar öncesinin imkânsızlıklarına inat cep telefonunu çıkarıp tuşladı. Karşıdan ses gelince : “Adaş, bil bakalım şu an ben nerdeyim?”dedi. Karşıdaki ses “ne bu heyecan adaşım, seni bu kadar heyecanlandıran olsa olsa adadır” diye cevap verdi.          Şaşırmıştı, “o kadar çok mu belli oluyor?”diyebildi. Adaşı ,”o heyecanlı halini yalnızca ben bilirim, o topraklara benden de selam söyle dedi.       

   Aynı heyecan fırtınası içinde güverteden aşağı indi, arabasına atladı, vapurdan indi. Bekleme salonunu çoktan geçmiş, yamaca tırmanmıştı. İşte tam bu sırada ilk gelişindeki kekik kokuları karşılamıştı yine onu. Arabasını sağa çekip durdurdu ve indi. Toprağı kucaklarcasına kavradı, dudaklarını, yüzünü ellerini doya doya toprağa sürdü. Çok duygulanmıştı. Adanın “Ak Topraklar”ın bir parçası olarak ebediyen kalması için duacı oldu. İçi tıpkı yıllar öncesinde burada yağmurlu günlerde vapur beklerkenki sevinçlerle dolup taştı, tıpkı bayram sevinçleriyle. Bu sevinçle yoluna devam etti.                                                                                                                                                                                                                                                                            Hasan KONU–1975 



Eklenme: 28-11-2011
kategori: Okul
Yazan: HKONU
Hit: 1489
[ Geri dön | Yorum Ekle | Bu hatirai arkadaşına gönder Sevdiklerinize gönderin | Yazdırılabilir sayfa Yazdırın ]


BAYRAM SEVİNCİ GİBİ
Gönderen: NuryuZD Tarih: 2010-06-01 19:12:29
Puanım:


O vapurun o gece limana girmesinin coşkusunu ve geri döndüğündeki hüznünü tekrar yaşattığın için; eline diline sağlık kardeşim... Nuryüz Davgana-74

BAYRAM SEVİNCİ GİBİ
Gönderen: Tarih: 2010-02-15 22:16:05
Puanım:


Hasan Kardeşim,kalemine sağlık...Şükrü Tekin 1975

Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahip olup GNU/GPL lisansıdır.